Kayıtlar

Kış Günlerinin Sıcak Yorganı

Loş odalara çıkan arnavut kaldırımlar. Damaktaki çikolata tadını muhafaza edebilmek için uzandığım suyu açmadan yerine geri koydum.  Annemi aramalıyım. Nasıl sorusunun cevabı beni bir an olsun geçmişe götürebilir diye tedirgin olduğumdan mı erteliyorum bu aramayı? Kesin bir kanaatim yok. Zihnimin müzikleri birbirine karışmış. Ayakta durduğum zemin; olaylara, cümlelere verdiğim anlamlar, tanımlar...bir kitaptan ziyade günlük bir gazete sayfası sahiciliğine çalıyor şarkı aralarında.  *** İçim; yazdığım zamanlardan daha dolu, anlatacaklarımın sokağında ise trafik noksan.  Daha çok farkında iken daha az anlatasım var. Daha az önemsemek mi; daha kayıp olmak mı? Daha çok anlarken, daha çok içindeyken; Marquez romanında göğe yükselirmiş gibi daha sık dışına çıkıyorum tüm sokakların.  Çocukluk düşümden kalma fevriliklerim, büyük sözlerim artık yerinde durmuyor. Ben de onları gerekli ya da doğru bulmuyorum. Hayatın kendimden büyük olduğunu evimin kapısına pankart asmamış olsam dahi içten içe du

Beyrut - Lübnan / Gezi Yazısı

Dünyanın gerçekliği ne tektir; ne de kalıcı. Oysa biz insanlar olarak bir şeyleri tanımlama, sabit anlamlarla kategorileştirme, kabullenilmiş gerçekler üzerinden düzenler kurma arzusu duyuyoruz.  Yeni yerleri gezip görmek; farklı koşul ve kabullerde oluşturulmuş yeni gerçeklikleri tanımak insanın zihnindeki sokakları zenginleştiriyor. Tek odalı bir evin gerçekliği ne kadar saf bir güç taşısa da; çok sesli kentlerin karmaşasında da hayatın farklı tonları var.  Tek odalı evin sesi, aynı tek adam rejimleri gibi işler iyi giderken homojen yapısından doğma bir güç barındırır. Ancak bu güç kırılgandır; ve kırılganlığı insana tutsaklıklar barındırır.  Tam da bu nedenle, hayatın çok sesliliğine ve çok gerçekliliğine sırtımı yaslarım. Her gittiğim kentte, bambaşka dünyalara bakıp bambaşka rüzgarları duyarım. Aklımdan düşünmediğim sorular geçer.  Bu hikayenin en son durağı Beyrut'tu.  **** Ayvalık'ta kürek kulübünde oturuyorduk; vakit öğlene doğru. O, yeni kurulmuş merdivenlere parça par

Sessiz

Bugün bence çirkin ancak objektif bir değerlendirme ile İstanbul için ortalama bir semtin ortalama kalite bir AVM'sinin Macfit'inde uzun süre sonra kürek çektim. İyi geldi; ki önümüzdeki günlerde hayli yoğun kullanacağım. Ekipman benim alıştıklarımdan daha iyi dahi olabilir ancak alışık olmadığım her şeydeki gibi pek hoşuma gitmedi. ancak konuyu pozitiften almaya fikren ve hissen kararlıyım.  Birkaç gün önce ya bu ayakkabı hengamesinden; ya da Belgrad Ormanı'nın veya Boğazkesen yokuşlarının hediyesi olarak aşil tendonumda biraz ağrı hissetmeye başladım. Bir gün koşmadım; sonraki gün denedim yok daha ilk kilometre sonunda çakı gibi sertleşiyor. Velhasıl, zaten eli kulağında olan bir gym bulup kürek aletine dönme fikri iyice hız kazandı.  Bu ay sonuna dek, ve duruma bağlı olarak Mart'ın ilk haftası tempo düşürerek bu spor merkezli yaşam formatını sürdürüp sonra hayatımın merkezinden bu konuları çıkaracağım. Haftada bir sağlıklı yaşam seviyesi spor sürebilir o ok; ancak şu

Siyaset, Ayv/İzm/İst

Siyaset /  Hatırı sayılır sayıda insan kadar umursamaz bir umutsuzluğum var.  Empati, bireysel düşünce, kendiyle yüzleşmiş olmak ve samimi ego mücadelesi. Bu başlıklar toplumda hayli eksik.  Maddi ve manevi donanımlar alanında birkaç nesil öncesinden gelen toplumsal açlığımız ve bunlardan doğma komplekslerimiz var. Ülke bu kompleksler yoluyla yönetiliyor. Kitle iletişim araçları da iktidarın elinde oldukça; tepeden gelme (tepedekilerin veya tepedekilere etki eden dış aktörlerin stratejilerinde) bir değişim hamlesi görmediğimiz sürece, tabanın kendi içinde kendini geliştirip bir fark yaratabileceğine dair bir inanç taşımıyorum.  İktidar ülkeyi kendi arzu ettiği, veya onların orada olmasını sağlayanların arzu ettiği versiyona evriltmeden evvel uzun yıllar stratejik biçimde oynaması gereken rolleri oynadı. Adım adım ele geçirdi. Ki böyle olması gerekir, sabırsız ve tavizsiz değişim yaratamazsınız.  Bugünün dinazor menşeeli sol ağırlıklı muhaliflerinde hala şöyle bir tutum görüyorum. Benim

Kış Hikayesi

Bugün Ayvalık'la vedalaştım.  Dün berbere gittim. Dışarısı soğuk, erkenden karanlık. İçeride eski türkçe şarkılar çalıyor. Herkeste o soğuk kış günü içerinin sıcağında otururken gelen bir akşam öncesi hali. Bir kabullenmişliğin içinde, hafif bir bırakmışlık mı sarılmışlık mı bilemediğim duygunun içinde zamanda asılı tatlı ve biraz da tuhaf bir hüzün barındıran nostaljik bir huzur.  Ayvalık'a dair bir şeyler yazacağım. Zamanı geldiğinde.  Sabah küreğe uğradım. Akşamüstü Aima'ya söz verilmiş şarapları bıraktım. Akşam çökmeden en sevdiğim yerlerinden Ayvalıkzade'ye uğradım. Biraz Türkiye konuşup bırakacaktık. Sonra yağmur başlayınca dedim benim son sahil koşusu iptal, devam edelim. Biz de bir saat falan her şeye dair biraz biraz konuştuk.   Şimdi ezan başladı. Sabah ezanları hariç hiçbirini sevmem. Ancak belki bugünün tuhaf halinden, pek de rahatsız etmedi.  **** 18'indeki koşuya hazırlanacağım. Oradan sonra biraz makas değişimi olacak. Küreğe bir şekilde devam etmek i

Gece Koşusu

Geceleri aklımın pek çalışmaması nedeniyle bu blogda gece yazılıp da sonradan yayından kaldırılmamış hiçbir yayın olmadı. Ancak bu akşam, verilere rağmen, bir şeyler yazmak istiyorum.  Artık Ayvalık'ta değilim. İstanbul'a döndüm. Üzerine yazacağım üstünkörü ya da derinlikli, bireysel ya da toplumsal pek çok şey var ancak bu akşam aklım oralarda dolaşmıyor. Belki bu yazma işini önümüzdeki süreçte bir şekilde sürdürürsem, o sokaklara da uğrarım.  *** Son birkaç aydır benzer noktalarda turlasam da birkaç yıl öncesine kıyasla 44-45 kilo aşağıya, üniversite son sınıf seviyelerime indim. Aslında bu konu üzerine yazabileceğim ve belki başka insanlara da katkısının dokunabileceğini düşündüğüm şeyler var. Daha detaylı ve iyi düşünülmüş versiyonunu gündüz yazdığım bir yazıya rezerve gibi düşünün ama bu akşam da kafamdakilerinin bir tomarını oyunda zar atar gibi kartona atayım..  Upuzun bir savaştı. Kilo bir tür somut skorbord gibiydi. En kötü zamanımda dahi açıkçası veremeyeceğim aklıma

İklimler

Yazarını hatırlamadığım İklimler isimli bir roman. Üniversite yıllarından kalma. İlişkiler üzerine.  Romantik dönemde, içeriğin özünden ziyade hikayeler ve idealizm esas. Sanki dev bir yamacın üzerine çocuklar uçurtmalarını alıp toplanmışlar. Bir tür oyun günü. Manzara Cumartesi'ye benziyor.  Uçurtma rüzgarda ne yöne gitse ne yapsa hikaye oluyor. Her çocuk tamam diyor, işte bu gökyüzüne çakan, ya da biraz önce çakılan, ya da şuursuzca sağa sola uçuşan uçurtma benim hikayem. Yüzündeki hisler değişiyor ancak bir tür sahiplenme ifadesi çehrenisinin bir kuytusuna öylece yerleşmiş, o sabit.  *** Yaş ilerledikçe oyunu çözüyorsunuz. O çocuksu hal terkedilmek istenmediği için hep bir zamanlar arası eşleştirme de oluyor ancak görmek başlıyor.  Görmek, belki de yönetilmesi mümkün bir şey. İyi ya da kötü demekten ziyade zamanın insan üzerindeki kaçınılmaz etkisi, yağmur düşmüş sokaklar misali.  *** İnsan zamanda değişirken kendisinin haritasını anlıyor. Olduğu insanı, ya da hayat içinde evril